Şirince’de katılacağım edebiyat kampı iptal olunca yaşadığım hayal kırıklığına yakın arkadaşlarımdan Cido, Salda fikriyle yetişti.
Nasıl sevindim. Hemen ufak bir valiz hazırlayıp, büyük bir grup olarak cuma gecesi yola çıktık. Otobüsle yaptığımız gece yolculuğundan sonra sabah Denizli’deydik. Önce teleferikle 1500 metre yüksekliğe çıktığımız Bağbaşı Yaylası’nda kahvaltı yaptık. Sonra Pamukkale’ye devam ettik.
Pamukkale
En son 2014 yılında gitmiştim Pamukkale’ye. O günden bugünlere olumlu yönde değişmiş olduğunu gördüm.
2014’de sularının çoğu kurumuştu. Beyaz yüzeyi kirli sarıya çalmıştı. Göletleri de yok olmuştu.
Fakat şimdi pamuk beyaz hali, bol suyu ve göletleriyle gözüme pek bi güzel gözüktü. Tabii bu düşüncelerim ben travertenlerden kayıp düşene kadar !!!
Sonrası hakkında düşüncelerim olumsuz !!!
Yosun tutmuş kaygan zemin üzerinde kafasını burnunu yaran turistler dolu olmasına rağmen tesiste bir revir yok!
Üstelik giriş ücretli olmasına rağmen bir ilkyardım hizmeti yok.
Güvenlik çaresizlik içinde… Tek yapabildiği telsizle ambulans çağrılması gerektiğini ofise bildirmek!
Ambulans da öyle 5 dakika içinde gelmiyor. O sıcakta otur bekle, ağrıdan yamul, ambulans da 20 dakika sonra gelsin!
Gelen ambulans ekibi de nasıl tecrübesiz! Yaralıya nasıl davranılır bilmiyor. Bir ağrı kesici ilaçları dahi yok! Kolu askıya almaktan, sargı bezini sarmaktan aciz! Sahi ambulansın gelmesini beklerken arkadaşımın aldığı iki sodaya da 14 lira ücret alınmış! Pamukkale’de sadece bir cafe var. Ve o cafenin bir şişe soda fiyatı 7 lira!
Neyse buraları geçelim. Salda’nın o Maldivimsi sularına doğru akıp gidelim bir an önce 🙂
Türkiye’nin Maldivleri Salda Gölü
“Yokuş başına geldiğinde Bodrum’u göreceksin, sanma ki sen geldiğin gibi gideceksin. Senden öncekiler de böyleydiler, akıllarını hep Bodrum’da bırakıp gittiler…”
Halikarnas Balıkçısı‘nın henüz kara ile ulaşımın bile olmadığı Bodrum’un ıssız bakir zamanlarına ait güzelliğinin altını çizen bu sözlerini ben izninizle Salda için söylemek istiyorum şimdi…
Yokuş başına geldiğinde Salda Gölü’nü göreceksin, sanma ki sen geldiğin gibi gideceksin. Senden öncekiler de böyleydiler, akıllarını hep Salda’da bırakıp gittiler…
Salda’yı gördüğümden beri tam olarak böyleyim işte!
İstanbul’a döndüm ama, aklım hep Salda’nın o beyaz sahilinde… Turkuazın o en güzel tonuna sahip mis gölünde… ve ruhuma Hotel California tadı bırakan Hotel Lago Di Salda‘da.
Salda Gölü Nerede ?
Burdur ve Denizli şehir merkezine aynı mesafe uzaklıktadır. Burdur’un Yeşilova ilçesine bağlıdır.
Salda Gölü’ne Nasıl Gidilir?
Denizli Salda arası 86 km’dir. Kendi aracınızla giderseniz, Denizli’den Seferihisar Güney yolunu takip etmelisiniz.
*Denizli Otobüs Terminali’nden Salda minübüsleri de var.
Salda Gölü : Bunları Biliyor muydunuz ?
-Salda, dünyanın en temiz 5.gölü
-Dünyanın Maldivler rengine sahip ilk gölü
-Mars’ın jeolojik yapısıyla eşdeğer benzerlik gösterdiği kanıtlanmış dünyanın ikinci gölü.
-Suyu yüksek miktarda magnezyum içerir.
-Cilt hastalıklarına iyi gelen çamurumsu beyaz-gri bir kumu var.
-Türkiye’nin en temiz gölü
-Ürettiği magnezyumdan dolayı bembeyaz sahile sahip
-Bir krater gölü
-Sığ bir göl olduğu için yüzme tavsiye edilmez.
Salda Gölü’nde izlenimlerim
Gökyüzünün mavisi suyun yüzeyine şeritler çekiyor.
Şerit şerit farklı tonlarda birbirinden güzel mavi…
Açık mavi, derin mavi, koyu mavi… Turkuazla kucaklaşıp duruyor suyun içinde.
Salda Gölü’nün o kumlu kar beyazı sahili ve o güzelim suyunun mavi renginden bir şişeye doldurup anılar kolonyası yapmak istedim kendime. Hep yatağımın başucundaki komidinde dursun o kolonya. Sabah uyandığımda yüzümü o kolonyayla yıkayayım. Sodalı Saldalı Maldiv mavisi kolonya:)
Minicik beyaz çakıl taneleri ile kumun üzerinde ayağımı sürüyerek gölün o eşşiz suyuna doğru yürümeye başladığımda, kendimi yumurtasından çıkar çıkmaz suya doğru koşan carettalardan biri gibi hissettim. Maldivler’i andıran o harika su beni çağırıyordu ve ben buna karşı koyamamıyordum.
Öyle çok isterdim ki, o anımda bir kartpostal gibi kalmayı!
Ekinler, balıklar, otlar, hayvanlar…
Bir terlik, bir şort ve bir tişört ile bu küçük köyde…
Masmavi göle bakan bahçelerinden topladıkları yemişleri, taze nohutları satan…
Ve bugüne kadar yediğim en güzel gözlemeyi yapan teyzelerle,
Bütün bir yaz boyunca kalmayı…
*Giderseniz patlıcanlı kaşarlı gözleme yemeyi sakın ihmal etmeyin!
Şimdi bu yazıyı yazarken, buraya koyacağım fotoğrafları seçerken, insanın kişisel tarihi içinde işaretlenmiş diğer unutulmaz anıları da geliyor akla. O anılarla kıyaslayınca, Salda çok başkaydı ya!… Çünkü deniz değil göldü! Deniz tatili havası veren göl kenarı tatiliydi. Maldivleri andıran o mavi rengi, burnumda delice tüten o sodalı kokusu hala taptaze.
Gece yaptığımız kamp ateşi, arkada çalıların arasında gizlice bizi izleyen ateş böcekleri ve onlara eşlik eden büyük cırcır korosu… Salda Gölü’nde yaşadığım o ilk gece… gökyüzünden üzerime yağan o parlak yıldızlar… hepsi kalbimdeki sandıkta bir dal lavantayla saklılar.
Salda Gölü Konaklama :
Salda Gölü’nün Maldivleri andıran sahilinin tam karşı yakasına düşüyor kaldığımız yarım pansiyon Hotel Lago Di Salda.
Odamız havuza ve arkasında uzanan o eşşiz Salda Gölü’ne bakıyordu. 105 nolu oda.
İnanır mısınız bu otelin bende tadı Hotel California oldu. Gerçek miydi, rüyamıydı birbirine karıştı duygularım.
Göl kenarında sanki 80’lerden kalma ıssız bir otelde kalıyor gibi hissettim. Oysa etrafım hep kalabalıktı. Ama otelin duvarlarında eşyalarında bir ıssızlık vardı.
Belki bu otelde kalan çoğunuz benim gibi hissetmeyecektir. Ama otelin bende tadı kesinlikle Hotel California oldu… Ve bu tat öyle hoştu ki!
Salda’daki ilk gecemde lavanta kokan beyaz pikeli, sakız çarşaflı yatağıma uzandığımda Youtube’dan Hotel California şarkısını açıp kulaklığımı taktım hemen… o şarkının ruhuma koyduğu düşlerle de uykuya dalmışım.
Sabah uyandığımda Lobi’de Hotel Lago Di Salda’nın sahibiyle konuşma fırsatı buldum. Onun anlattıkları beni çok etkiledi.
Doğma büyüme Salda’lılarmış. Üniversite hayatından sonra iş olanaksızlığından üç kardeş Almanya’ya çalışmaya gitmişler.
Yıllık izinlerinde Almanya’daki İtalyan dostlarıyla İtalya’nın Garda Gölü’ne tatile giderlermiş. Hep özenirlermiş oradaki otellere.
Garda Gölü’ndeki otellere bakarken “bizim Salda’ya da böyle bir otel yapsak” hayalleri kurarlarmış. Ve bir gün bu hayalleri gerçek olmuş.
22 yıl önce Almanya’da yaptıkları birikimle, Salda’daki topraklarına bu oteli inşa etmişler. İsmine de İtalya’daki tatil anılarından çağrışım yapan Hotel Lago Di Salda‘yı takmışlar.
İtalyanca’da Lago “göl” demek. “Di”ise “ü” eki.
22 yıl önce gerçekleşen otelin açılışına büyük bir heyecanla devlet yetkililerini de davet etmişler. Ne Kültür-Turizm Bakanlığı’ndan ne de Belediye’den birileri gelmiş!
“Siz köyünüze yatırım yapıyorsunuz, hiç önemli bir yetkili yok muydu gerçekten” dediğimde…
“Bizden birileri yoktu… ama İtalya Konsolosu geldi, bizi heyecanla tebrik etti” dedi.
Saldalı kardeşler Almanya’ya çalışmaya gitmişler, emeklerini yatırım olarak köylerine getirmişler ve hiçbir devlet yetkilimiz ilgilenmemiş! Ne büyük bir hayal kırıklığı…
Tek hayal kırıklığı bu olsa keşke!
Otel müşteri de bulamamış. Salda’yı bilen yok çünkü! Kültür ve Turizm Bakanlığı tanıtım için işbirliğine de yanaşmayınca otel müşterisizlikten kapısına kilit vurmuş.
Ve 20 yıl boyunca kapalı kalmış.
2 yıl önce ise bir mucize olmuş!!!
Dimes firması Türkiye’nin başarılı gezi bloggerlarını Burdur’daki Lavanta Tarlalarına götürürken Salda’ya uğramış.
Sosyal Medya’da paylaşılan “Türkiye’nin Maldivleri Salda Gölü” etiketleri Salda Gölü’nü kısa zamanda en çok gidilen ve fotoğraf paylaşılan yer haline dönüştürmüş. *Bunu bana taze nohut ve yemiş satan teyze de söylemişti… “Allah razı olsun Dimes’ten, Türkiye’nin bizim varlığımızdan haberi bile yoktu, bak şimdi yemişlerimi ve ekinlerimi siz gelen turistlere satıp para kazanabiliyorum.”
Salda Gölü’nün popülerliği artınca Hotel Lago Di Salda kapılarını 20 yıldan sonra nihayet büyük bir sevinçle yeniden açmış 2 yıl önce. Dolayısıyla otelin dekorasyonu ve eşyalar 20 küsür yıl öncesinden. *İşte bu kısmı Hotel California gibi geldi bana.
Otelin sahibine “Salda’da hava çok sıcak ama neden begonvil çiçekleriniz yok? Neden kimse ekmemiş çevreye?” diye sorduğumda bana öyle birşey gösterdi ki gözlerime inanamadım.
Lobi’de duran tabletten otelin tanıtım videosunu izlettirdi. İnanamayacaksınız ama Salda’da bir kayak merkezi var!!! Kışın 2 metreye kadar kar yağışı oluyormuş. “Kayak için en ideal karlardan” dedi üstelik!
İzlediğim tanıtım videosunda board yapanları görünce gerçekten çok şaşırdım. “1500 metre yükseklikte bir yer Salda. Kışın yoğun kar var. Uludağ’da begonvil yetişir mi öyle düşün” diye de ekledi.
Kahvaltı için havuz kenarına indim. Göle karşı bir masaya kurulduk.
Kahvaltı açık büfeydi. Ve ben o açık büfede bugüne kadar yediğim en güzel menemeni yedim. İsmine de Salda menemeni koydum. Yanında bol susamlı simit. Kaç kere açık büfeye gidip Salda menemeninden tabağıma doldurdum bilin bakalım…. Tam üç kez!
Kahvaltıdan sonra gece kamp ateşi yakıp şarkılar söylediğimiz hipi kumsala indim. Salda Gölü’nün masmavi suyuna doğru adımlar atarken Hotel Lago Di Salda’ya doğru baktım. Sene 1970 diye başlayan Hotel California şarkısının hikayesi geçti aklımdan bu sefer!
Sene 1970ler… Otel beyaz badanalı, Latin çizgileri yansıtan bir bina… Arka bahçesinde bir kamelya var. Etrafında kaktüsler, bergamotlar, palmiyeler… Bir genç adam 1965 model impalasıyla yanaşıyor Hotel California’ya. Uzun bir yol sürmüş, çok yorgun, bir oda istiyor bir de tekila. Hava çok sıcak… Serin bir duş alıyor uzanıyor balkondaki şezlonga. Balkonda California sahiline bakarken uyuya kalıyor. Sabah kahvaltıya inerken yan odadan da sarışın güzel bir hipi kız çıkıyor. Tanışıyorlar, birlikte kahvaltı yapıyorlar. California’nın sıcak sularında yüzüyorlar, güneşleniyorlar. Akşam saatlerinde günbatımında birbirlerine sarılıp tekila içiyorlar.
Çok seviyorlar birbirlerini… Otelin sevecen insanları… birbirlerine duydukları yoğun aşk ve sıcacık California güneşi ile unutulmaz bir yaz tatili bitiveriyor Hotel California’da.
Ve check-out vakti geliyor. İki aşık için de ayrılık vakti bu.
Birbirleriyle vedalaşırken sıkıca sarıldıkları anda genç adam kadının kulağına fısıldıyor;
“Seneye bugün yine bu otel?”
Eğer tam bir sene sonra birbirlerini unutamaz ve bu aşkın ateşi sönmez ise aynı gün aynı saat Hotel California’da buluşma sözü veriyorlar birbirlerine.
Tam bir sene geçince, adam sözleştikleri gibi kadınla otelde buluşmak için yola çıkıyor. Yol bir yıl öncekinden daha meraklı, daha heyecanlı daha uzun daha stresli geçiyor. Acaba o güzel hipi çiçek kız da genç adam gibi otele gelecek mi?
Uzun bir yolun ardından nihayet Hotel California’ya varıyor adam… Ama otel kapı duvar! Bir tek tabelası duruyor. Kapısına kilit vurulmuş!
Etrafa soruyor. Bu otel ne zaman kapandı ? – 20 yıl önce diyorlar. Genç adam duyduklarına inanamıyor. -Nasıl olur geçensene tam bugün bu oteldeydim ben!!!
1965 model impalasına binerken yaşadıklarının bir rüya mı gerçek mi olduğuna inanamıyor. Sahile gidiyor, kumsala oturuyor. O hipi kızı ve geçen yaz yaşadıkları o büyük aşkı düşünüyor. Eline hüzünle gitarını alıyor, rastgele çalmaya başlıyor ve birdenbire Hotel California şarkısı dökülüyor ağzından.
***
20 yıl müşterisizlikten kapalı kalmış Hotel Lago Di Salda’ya bakarken, işte bunları düşündüm. O genç adamı, o hipi çiçek kızı ve Hotel California’da yaşanmış rüya mı gerçek mi kimselerin bilmediği o büyüsel mistik aşkı!
***
Ve son söz…
Çevre düzenlemesine özen gösterilip şekillenirse dünya cenneti olabilecek bir yer Salda!
İçinde boğulduğumuz o korkunç gökdelenli beton bloklu şehirlerden sonra tam anlamıyla kırsal pastoral mavi bir cennet Salda.
Maldivler gibi lüküs pahalılık da yok hem!
Küba gibi mütevazi, neşeli, samimi, doğal
Yarısı beyaz, yarısı yeşil, yarısı mavi
Salda…
Aşk’la !
Zu Floria x
Instagram @banabiyersoyle
Peki üç kelimeyle Salda?
Genelde bunun cevabını hep başlıklar da veririm ve yazıyı bitirirken.
Şirince için bir sözüm vardı ŞiŞirince diye; Bodrum dönüşü uğramış ve beğenmemiştim, belki Cevat Şakir yok diye, belki şaraplarını tadamadım diye. Kalmaktan vazgeçmiştim. Matematik Köyü güzelmiş oğlum ayrıca gitmişti, sizden de edebiyat kampını duyarım bir gün, giderseniz. Şirince’ye bir kez daha gitmeli, sonuçta bizden, yerel, bakmasını bilince ne cennetler vardır orada da.
.
Pamukkale, 1,5 milyon ziyaretçi ile açık ara en popüler ören yerimiz; Efes 1 milyon, Kapadokya 600 bin ziyaretçi. Yıllar önce gittiğimde travertenlerden kayıp düşmek çok olası gelmişti. 6 aylık sezonda günde 8.000 kişi geziyor ve bir sağlık birimi yok, tek kelime ile “utanç”. Başka bir ülkede travertenlere zarar vermeyen özel beyaz patikler sipariş edilir, ziyaretçiye güvenliği için taktırılır, bir o kadar da itinalı sağlık birimi bulundurulur. Büyük geçmiş olsun, travertenlerde çok tehlikeli bölümler vardı, bir de zımpara gibidir yüzeyi, bildiğiniz piilink (pealing) etkisi ile tahriş edicidir.
.
Gelelim Salda’ya…
Bir beyaz, yeşil ve mavi sayfa açmışsınız; tam yeridir derim. Google Harita’ dan baktığımda deniz mavisi göze çarpan tek göl; bir göz göze gelmiştim zamanında ama yanına varıp bağımlısı olamamıştım. Bucket List’ ime not olsun; “Salda doyasıya yaşanacak” 😉.
.
Balıkçının Merhaba’ sı ile karşılıyorsunuz, Salda bunu haketmiş, belli oluyor, haketsin de zaten. Taze nohut, gözleme, köylü pazarı bizden, bizim renklerimiz. Paylaştıkça büyür Anadolu sevgimiz; dünya gezilir biter de bu toprakların tadı bitmez.
.
Otelin sahipleri tam bir Anadolu Sevdalısı, eminim amatör ruh ile işletiyorlardır oteli; bir derdiniz olsa kayıtsız kalmazlar, kalamazlar, zira size tanrı misafiri gözüyle bakarlar. Evinde ağırlar gibi itina ile emek veriyorlardır, memnun olmanız için elinden geleni dürüstçe yapıyorlardır, eminim. Yaptıkları hizmet kolay gelsin, kazançları bol ve daim olsun.
.
Gece, yıldızlar, hem de bir dolu küme halinde olur da ateş ve müzik durur mu? Toplanmışsınız, pervane misali ateşin etrafına ve unutulmaz anlar olmuş, buna herşey değer. Çünkü ateş, insan, yıldız, gece ve müzik (muhabbet) bir arada olunca zaman tanımazdırlar; ne bin yıl öncesi farklı ne de bin yıl sonrası değişecektir. En çok bu kısmına hayran kaldım Salda’ nın.
.
Bilince ne güzel bir bağ kurmuşsunuz Salda ve Kaliforniya arasında. Söze gelenin arkasında daha farklı anlamda neler neler olabileceği veya olmasının isteği bir zenginliktir ziyaretçiye, ev sahibine. Bu yönden dinlememiştim o meşhur şarkıyı; şimdi Kaş’ta Mavi Barda olmak istedim, bu şarkıyı en çok hatırladığım yerde, şimdi farklı anlamda, farklı zamanda. Mavi Barı bu kış Aralık ayında gördüm, kapalıydı, aynı Mavi mi? Umarım çeyrek asır önceki gibi, aynıdır.
.
Şimdi aklıma geldi, oradaki köylü hanımlara sorsaydınız Salda’ nın meşhur aşk hikayesini, illaki vardır, o zaman bir bu kadar daha yazardınız, “Hotel Lago di Salda’ ya hoş geldiniz” diye başlayarak.
.
Uzun sözün kısası, yine bir solukta okuduğum, kendimce yaşayıp sözü, kurgusu ve içtenliğinin yerindeliği ile yazınızı çok beğendiğim, çok güzel bir tatil olmuş, bana da buradaki güzellikleri bir kenara not alıp bir gün yapmak düşüyor.
Hayat bir gün Salda’ya ulaştırsın.
Çok teşekkür ederim 🐠😊🙋♂️.
Her şeyimiz yalap şaplak ! Bilim yok, kural yok, insanca yaşamak için hiç bir teşebbüs de yok! Ambulans bile insan sağlığı için gönderilirken insan sağlığına ehlil kişilerden oluşmuyor ne yazık ki ! Ya dün Rize’de gerçekleşen o büyük sel felaketi!
Vali, belediye başkanı “allahım yardım et” diye paylaşım yapıyor! Akıl vermiş Allah akıl… Kullanan yok!
Ne büyük bir utanç hakikaten.
…
Bugün Instagram sayfamda sabah çekilen bir fotoğrafımı paylaştım. Kolumdaki iz ve yaralar Pamukkale’den hatıra!
…
Ahhh şimdi sizde paragraf paragraf yaşadıklarımın üzerinden geçince tekrar o an’lara döndüm. Benim içinde en unutulmaz gecelerden biriydi; kamp ateşi etrafında toplanıp bir gitar eşliğinde, yıldızlar üzerimize yağarken şarkılarla Salda’da parlayan ay’a, suya ve yanan ateşe atılan odun parçalarına ne unutulmaz melodiler bıraktık. Bazıları radyoda denk gelince, direk Salda kamp ateşimiz aklıma geliyor bugünlerde hatta.
…
Kaş’taki barın da ismi ne güzelmiş; “Mavi!”
Hotel California şarkısı da bana 90’ların başında tatillerimde gittiğim Bodrum Temple barını hatırlatırdı.. ama Salda’ya gidene kadarmış!
…
Evetttt otelin sahipleri aynen düşündüğünüz gibi harika insanlardı.
Bu değerli yorumunuz ve beğenileriniz için çok teşekkür ederim Alp bey.
Böyle uzun yorumlar gelince okuyucuyu çok içten buluyorum ve bu da beni çok mutlu ediyor. İçten bir okuyucumsunuz, size tekrar teşekkür ederim.
Zu, çok hoşuma gitti yazın. İliştirdiğin küçük hikayeyi de sevdim. Salda’nın ve de yakınlarındaki Yeşilova’daki bir Can’ın benim kalbimde ayrı bir yeri var bahsetmiştim. İşte o Can’ı görmeye gittiğimde ben de bir yazı kaleme alıp sitemde yer vereceğim. Sen Salda’yı çok güzel anlatmışsın, modern Don Kişot’un öyküsü de bana kalsın 🙂 Kimbilir belki de bu Eylül’de 😉 Sevgiler…
Ooov ne güzel yorum bu 🙂 Okumayı iple cekiyorum. Şimdiden çok merak ettim. Ahhh Saldaaaaa 💙