Tik Tak Tik Tak…

Tik Tak Tik Tak…

Bugünlerde kalp atışlarım çarklı bir saat gibi oldu adeta… hep tik tak!..

İstiyorumki, akrep yelkovanı ittirmesin… ve zaman, bu kadar hızda akıp geçmesin!

Bugün 12 mayıs.

Hayatımda “zaman”ı en önemsediğim döngüdeyim belki de! Hatta uykuda geçen zamandan bile birkaç saat çalmaya başladım bugünlerde! Yapılacaklar listeme bakıyorum, o kadar kabarık ki!

Zaman bu kadar hızla akıp geçerken buradaki işleri uçuş tarihime kadar yetiştirme telaşım var; off çok fena!

Hayatımın olağan günlük rutinlerini zaten yapıyorum… bir de üstüne bir sürü extra iş bindi; Taşınma!

Ve bundan kaynaklı bir yığın bürokratik işler!

***

Bugün Cumartesi

Her cumartesi olduğu gibi sabah 8:30’da Gym’e gitmek için evden çıktım. Arabamda Cdçalar’ımda Deniz Seki ‘nin İz albümü vardır genelde.

Arabayı son kullandığımda albüm 6 numaralı şarkıda kalmış. Kontağı çevirir çevirmez de o şarkı başladı.

Kırmızı ışıkta yeşilin yanmasını beklerken birden sözlere dikkatim kaydı.

“Sarıl her ana…

yarına belki yok zaman…

Fazla düşünme,

ilk aklına geleni yap hemen…

Hayatı çok ciddiye aldıysan yandın sen!”

Yeşil ışık yandı. Şarkı bu sözlerle devam ederken gym’e geldim.

Circuit bitti. Duş aldım. Yüzüme nemlendiriciyi sürdüm. Yanaklarıma şeftali tonunda hafif bir allık. Dışarı çıktım.

Hava nasıl kasvet. Hüzün yağacak gökyüzünden sanki!

Arabama geçtim. Barry Blue ‘nun “Dancing on a Saturday night” şarkısını koydum bu sefer. Yunan ezgileri ile cover edilmiş çok eski bir parça. O Yunan melodileri başlar başlamaz sesi yükselttiğimde, havadan da tüm kasvet dağıldı gitti sanki aniden.

Kurt gibi acıktığımı hissettim. Evde bir masam bile yok artık.  Çoğu eşyamı elden çıkarttım biliyorsunuz. Evime komşu olan Sarmaşıklı Cafe’ye gittim yine. Bir granola kahvaltı kasesi söyledim kendime. Kahvem geldi az sonra. Saate baktım öğlen olmuş bile! Tam bir iki kaşık kahvaltımdan aldım ki, Londra’daki uluslararası kargo firması aradı. “Gümrük bürokrasini aşmışız, eşyalarım gümrükte çok beklemeden Türkiye’ye indikten birkaç gün sonra evime ulaşacakmış.” Bir oh çektim. Çantamdan not defterimi çıkardım, ilgili satırı bulup üzerini çizdim.

Sonra bir telefon daha geldi Londra’dan.

Evdeki kütüphanemi almaya Çarşamba geleceklermiş. Kitaplarımın transferi için kilosu 3.50£’da da onlarla anlaştık. Not defterime bir tik daha atılmış oldu. Yine bir ohh! Kendimi bir anda zamanla savaşan Doğu Yücel’in Varolmayanlar kitabındaki karakter gibi hissettim.

Zaman tanrısına çalım atmanın binbir türlü yolunu bulmuş bir karakter bu!… hayatında herşeyin bir zaman süreci var. İyi de yönetiyor kerata! Sabah kalkıyor mesela. Çişini yaparken dişini de fırçalıyor. Böylelikle 51 saniye kazanıyor. Ekmek kızartma makinesine dilimleri koyarken bir yandan da çayını hazırlıyor, hopp 1 dakika ordan kazanıyor. Zaman tanrısından -uyandığı andan mutfaktaki o ana gelene kadar- 1dk 51sn “çalmış” oluyor. Sonra giyinmesi, evden çıkması, evden çıkarken komşuya yöneticiye rastlamaMası *ki bir selam verse; “nasılsın dese? aidatı nezaman ödeyeceksin? gibi süre gelen konuşmalarla harcanan zaman; metroya ulaşan treni, kaçırması demek oluyor, ki… e bu da nerden baksan kazandığı tüm zamanın geri harcanması demek. Birine rastlamadan (arkadaşa, esnafa, komşuya) bu tür zaman hırsızlarından uzayarak, metroda tam planladığın saatte olmak en iyisi diyor.

Kendimi bu karaktere öyle yakın hissettimki bugün.

Son günlerde her sabah uyandığımda yapılacak listeme bakıyorum… akşam yatarken de, o güne ait planladıklarımın üzerini çizmek istiyorum hep. Güniçi, önüme çıkan zaman hırsızlarından yapamadıklarım bir sonraki güne sarkıyor genelde.

Zaman yine yetmiyor.

O sırada gökyüzü ikiye ayrılıyor.

Gözlerinin içine bakıyor – Çabuk! 

 

Zu x

 

Bumerang - Yazarkafe
Bumerang - Yazarkafe

3 Comments

  1. Alp DOĞRU Mayıs 12, 2018
    • Zuhal Floria Mayıs 13, 2018
  2. Nevin Mayıs 13, 2018

Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.