Bana Bi’Yer Söyle

Üç Yıldız Şekerleme: Feridun Dörtler

Beyoğlu Balık Pazarı’nda Üç Yıldızlar Şekerleme dükkanından İngiltere’ye götürmek üzere akide şekeri ve reçeller alırdım geçmişte.

Feridun bey’in İstanbulluluğu şekerlerden daha çok gözüme çarpardı hep. Üç Yıldız Şekerleme’nin üç yıldızından biri kesinlikle onun olmalı diye düşünürdüm hatta. Çünkü o, hem dükkanının, hem de Beyoğlu’nun son kalan yıldızlarından biri. Şimdi bir kitap yazıyorum. Feridun bey’i bu vesile ile ziyaret ettim. Onu hem daha yakından tanımak hem de Beyoğlu’nu onun duygularıyla size aktarmak istedim.

Feridun İzzet Dörtler
1934’de İstanbul Firuzağa’da doğdu.
1935’de 1 yaşındayken ailesi doğduğu yere 500 metre mesafede olan Cihangir’e taşındı.
O günden beri Cihangir’de oturuyor.
Galatasaray Lisesi mezunu.
İyi derecede Fransızca konuşabiliyor.
Bir oğlu iki kızı var.
Balık Pazarı’nda babasından yadigâr Üç Yıldız Şekerleme dükkanını işletiyor.

85 yaşındayım. 84 yıldır Cihangir’de eskiden ev olan sonradan apartmana dönüşen yuvamda yaşıyorum. Sokağımız Cihangir’in en uzun sokaklarındandır. Havyar sokağı ismi. Çocukluğum o uzun sokakta geçti. Bütün sokağı tanırdım. Gayrimüslüm komşularımız, Museviler hep birlikte yaşardık. İstanbul’da o zamanlar mahalle kültürü vardı.
Mahallenin sakinleri, esnafı, bakkalı, manavı, fırını, kasabı, eczanesi hepimiz birbirimizi iyi tanırdık. Herkes birbirine yardımcı olurdu. Şimdi böyle bir şey söz konusu değil. Mahalle kalmadı. Herkes birbirine yabancı. Sokak yine aynı uzun sokak; ama oturanlar kim bilmiyorum. Kendi apartmanımda bile sadece bir iki kişiyle selamlaşıyorum. Gerisini tanımıyorum.

Feridun bey’le söyleşimiz sürerken tam bu esnada kesilir; dükkana bir Fransız müşteri gelir. Feridun bey müşteriye Fransızca servis yapar. Müşteri helva almak ister. Feridun bey helvayı kesip tartar. O sırada bir de badem ezmesi ikramında bulunur. Fransız müşteri badem ezmesini yerken bir yandan da Fransızca sohbet ederler.

İlkokulu pekiyi ile bitirdim. O yıllarda ilkokulu iyi derece ile bitirenler sınavsız Galatasaray Mektebi’ne girebiliyordu.
Galatasaray’a kaydım yapıldı. Ortaokul ve liseyi Galatasaray’da yatılı okudum. Derslerimiz Fransızca, hocalarımız Fransız’dı.
Okulun profesyonel futbol takımında da oynadım.

Bu dükkan babanızdan yadigâr. Babanız bu işe nasıl başlamış? Onun Beyoğlu hikayesi nasıl?
Babam burayı 1926’da açmış. Bu dükkan neredeyse Cumhuriyet’le yaşıt diyebiliriz.
Babamın babası yani dedem Rumeli’den gelme. Diğer dedem yani annemin babası Prize’den gelmiş. İnebolu’ya yerleştirmiş devlet. Babamın dedesi tatlıcıymış. Babam 7 yıl askerlik yapmış. Askerlik bittiğinde İstanbul’a gelip bu dükkanı açmış. Reçel ve geleneksel Türk tatlıları yaparak satmaya başlamış.

1955’den sonra 20’li yaşlarımda bende bu dükkana dahil oldum, babamla birlikte çalışmaya başladım. O günden beri dükkanın başındayım. Oğlum St Michael mezunu. Bursa Uludağ İşletmeyi bitirdi. Daha sonra Turizm masterı yaptı. Şimdi benimle birlikte çalışıyor. Benden sonra 3. kuşak olarak o işletecek bu dükkanı.

Bu esnada bir Fransız hanım müşteri daha gelir. Yine Fransızca konuşurlar.

Feridun bey ne çok Fransız müşteriniz var?
Evet, hem Galatasaray’dan hem de civardaki Fransız okullarından gelirler. Öğretmenleri, müfettişleri daimi müşterimdir. Bu gelen yeni müfettiş hanım.

Sizin Beyoğlu’nuzu sormak istiyorum. Nasıldı o zamanlar? 
Rumlar, Ermeniler, Museviler, Seferadlar, Levantenler hep birlikte yaşardık. Bu Rum bu Ermeni bu Musevi demezdik. Kimlikleştirme ayrımcılığı yoktu aramızda. Onların bayramları, bizim bayramlar hep birlikte kutlanırdı. Boyalı Paskalya yumurtaları dağıtılırken bizden de aşureler giderdi. Komşuluklar dostluklar çok güzeldi. Bütün şairler yazarlar burada toplanırdı. Entelektüeldi Beyoğlu. Saray gibi tiyatroları, sinemaları vardı. Beyoğlu Avrupa’ydı. Kravatsız kimse çıkamazdı Beyoğlu’na.

Bugünkü Beyoğlu hakkında ne düşünüyorsunuz? 
Bugün Beyoğlu diye bir yer yok. Eskiden vardı. Beyoğlu eskiden içinde yaşayan insanlarıyla Beyoğlu’ydu.

Beyoğlu o eski güzel günlerine döner mi sizce bir gün?
*Bu esnada duruyor Feridun bey. Bir süre konuşmuyor. Gözleri ıslanıyor.

Kısık ve derin bir sesle “Musluktan akan su geri gelmez” diyor.

Feridun bey’in ıslak gözlerinden yüreğime alıyorum yitirilen o güzel Beyoğlu’nu. Benimde gözlerim ıslanıyor. Dükkanın kapısı açılıyor, Feridun beyle bir ahbabı kucaklaşıyor; Sonra bana dönüp:
“Bak” diyor, “bu bey o eski Beyoğlu’nun en meşhur kundura mağazası Ertan Kundura’nın sahibi. Yunan Konsolosluğu’nun olduğu yerdeydi dükkanı.”


David bey’e kendimi takdim ediyorum. O da bir ahhh çekerek eski Beyoğlu’nu kendi sözcükleriyle bir cümlede söylemeye çalışıyor…

“Bizler olmadan Beyoğlu olmaz.”

Hep varolsunlar!

 

Zuhal Floria x

 

 

Exit mobile version