Balat’ta Görülmesi Gereken Yerler
Geçen pazar IG’de paylaşımlarını severek takip ettiğim Arkeoloji Dünyası ile Balat turuna katıldım. Tesadüf o sıralarda Hagop Baronyan‘ın “İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti” kitabını okuyordum. Bu hafta kitabın Karagümrük ve Balat bölümlerini tekrar okumaya başladım. Balat turunda gördüklerim ve şimdi yeniden okuduklarım, sanki ruhumu o mekanlarla tekrar buluşturdu, derken yazıma da güzel bir hazırlık oldu.
Balat’ta Görülmesi Gereken Yerler’e geçmeden önce, İstanbul’un en eski semtlerinden biri olan Balat hakkında ön bilgilendirme yapayım biraz.
Balat; Haliç kıyısında, Fener ve Ayvansaray mahallelerini de içine alan eski bir Bizans semtimizdir.
15. yüzyılda, Rum, Ermeni ve Bulgar nüfusuna İspanya’daki Hristiyanlık zulmünden Osmanlı’ya sığınan Seferad Yahudileri de eklenmiştir.
19.yüzyıl başlarında Ermeniler, Yahudiler, Rumlar, Bulgarlar, Romanlar ve Türkler hep birlikte yaşamış Balat’ta. *e bu kadar millet birarada olunca, Balat’ta konuşulan dil sayısı da sekizi bulmuş!
Sefarad Yahudilerinin dili Ladino’ymuş. *Yahudi İspanyolcası.
Ladino dili günümüzde yok olan diller arasında… ama bir müzisyen çift var ki, Seferad Yahudilerine ait Ladino dilini yaptıkları müziklerle yaşatmaya çalışıyor. *Dinlemek isterseniz çok da güzel albümleri var; Janet ve Jak Esim isimleri.
1930’ların başında Balat’ta 10 bini bulan Yahudi nüfusu günümüzde bir elin parmakları kadar!
6-7 Eylül olayları, Varlık Vergisi gibi ihanetlerimiz sonrası; Yahudi, Rum, Ermeni ve Bulgar vatandaşlarımızın çoğu hiç bilmedikleri, ama din birliği oldukları topraklara göç etmek zorunda kalmışlar. *İsrail, Amerika, Yunanistan gibi…
Balat’ta Mutlaka Görülmesi Gereken Okullar
Balat’ta gayrimüslüm nüfusa ait birçok okul var.
Ama artık gayrimüslüm nüfusumuz pek kalmadığı için bu okulların öğrencileri yok denecek kadar az!
Balat’ta birçok okul terkedilmiş ve bakımsız olmasına rağmen, mimari yapı hala göz alıcı. *Eski yapılar eskise de ne muhteşem!
Maraşlı Rum Okulu
Fener Rum Patrikhanesi’ne giden sokak üzerinde, muhteşem yüksek sütunları ile dikkat çeken çarpıcı bir okul Maraşlı Rum Okulu.
İki katlı olan okul, 1901 yılında eğitime başlamış.
Okulun ön cephesi eski Yunan tapınaklarını andırıyor.
Günümüzde yaklaşık 20 küsür ilköğretim seviyesinde öğrencisi var.
Fener Rum Erkek Lisesi
Bu yapıyı nedense çoğu kişi Fener Rum Patrikhanesi sanıyor! Hatta Instagram yer bildirimlerinde bile çoğunlukla bu şekilde etiketleniyor. Burası bir eğitim kurumu arkadaşlar. Balat’ın adeta sembollerinden biri: Fener Rum Erkek Lisesi, diğer adıyla Kırmızı Mektep.
Ahmed Rasim; “Manzaranın güzelliği hüznünde yatar!” demiş.
Kırmızı Mektep; öyle bi’yer işte! Balat sırtlarında bir kale gibi hüzünle izliyor Haliç’i…
Fener Rum Erkek Lisesi, 1454 yılında patrikhaneye personel yetiştirilmek üzere açılmış. O yıllarda İstanbul’un en köklü eğitim kurumlarından biri olmuş. Bu okuldan mezun olmak, Osmanlı Devleti’nde önemli görevler almak anlamına geliyormuş. 1988 yılından beri karma eğitim veren Fener Rum Erkek Lisesi’nin öğrenci sayısı günümüzde 30’u geçmiyor.
Khorenyan Ruhban Okulu
Surp Hraşdegabed Ermeni (Mucizeler) Kilisesi’ne giderken karşınıza çıkan bu harabe okul yine ayrı bir hüzün!
Balat’ın geçmişinde bu kadar karışık dinden millet olunca; Balat sokaklarında da, kiliseler, sinagoglar, camiler, hamamlar, meyhaneler ve okullar oldukça çok olmuş.
Balat’ın meyhanelerinden en meşhuru Agora Meyhanesi’dir…
1890 yılında açılmış olan Agora, ne yazıkki 6-7 Eylül olaylarında kundaklanarak hizmet veremez duruma getirilmiş; Bu olay neticesinde de sahipleri Yunanistan’a göç etmek zorunda kalmışlardır.
Günümüzde meyhane, “Agora 1890” adıyla hizmet vermektedir.
Yeni sahipleri ( gazeteci Ersin Kalkan, Yönetmen Ezel Akay, Deniz Sevinç, Chronis Pechlivanidis) ile İstanbul’un yeni nesil en popüler meyhanelerinden biridir. *Gidip görmek isterseniz Sevda Gazozcusu ile yanyana.
Meyhaneden söz açılmışken, hemen bir bilgi de paylaşayım sizlerle…
“Küfelik olmak” deyimi ile ilgili!..
Aslında bu deyim Balat’ta bulunan meyhanelerden çıkmış.
Eskiden meyhanelerin küfecileri varmış. Küfeciler akşamları meyhane kapılarında bekler, meyhanecinin teslim ettiği zilzurna sarhoşları küfelerine koyup evlerine götürürmüş. En çok küfeci de Agora Meyhanesi‘nin önünde olurmuş.
Ayrıca Hagop Baronyan’ın “İstanbul Mahallerinde Bir Gezinti” kitabından okuduğum ve beni gülümseten diğer bilgileri de unutmadan ilave edeyim.
“Mahallede altı yüz yirmi dört Ermeni hane var. Çoğu zanaatkar. Her pazar sabahı önce hamama (evlerde banyo yok) oradan kiliseye, sonra da meyhaneye gitmeyi adet edinmişlerdi. Ayin öncesinde temizlik, sonrasında rakı olurdu! Zannederim ki mahalleli daha mantıklı davranmış olurdu, önce meyhane, sonra hamam, en sonda da kiliseye gitseydi.” :)))
Yazar Hagop Baronyan Balatlıların özelliklerinden de bahsetmiş kitabında:
Balatlılar;
*Yalnızlığı severler
*Oburdurlar
*Balatlı hizmetçisi olan biri, eve dört ekmek daha fazla alır
*Çok geç evlenirler
*Ellisinden önce evlenmek akılsızlık sayılır
*Balatlı kadınlar namus ve sadakatlariyle ünlüdür
*Haftada üç kez tahta ovar, üç kez çamaşır yıkarlar
*Yeni moda elbiseler giymek için uykularını kaçırmazlar
*Sadeliği severler ve modayı daima sadelikte bulurlar
*Buradaki halkın çoğu saftır
*Büyü yapan, fal bakan kadınlar çok saygı görür
*En ünlü büyücüler Balat’ın mahallelerinde yaşar.
Balat’ta günümüzde sinangoglar ziyarete kapalı. Ama önemli kiliseleri belirli gün ve saatlerde her dinden ziyaretçiye açık.
Ne demişti Hagop Baronyan; Geçmişteki Balat sakinleri büyüye, fal bakanlara meraklı!
Balat’ta bulunan Mucizeler Kilisesi’nin varlığını şimdi daha iyi anlıyorum :))
Not: Mutlaka görülmesi gereken Balat Kiliseleri yazım için buraya tık lütfen
Hadi şimdi kiliseden dönme mozaik şahaseri bir müzeye gidelim…
Kariye Müzesi
Bir sürü farklı ismi var aslında. Ama resmi ismi Kariye. Diğer isimleri ise; Khora, Moni Tis Khoras, Hora Manastırı, Hora Kilisesi gibi
Khora Kilisesi aslında M.S 4. yüzyılda bir manastır olarak yapılmış.
Günümüzde Kariye Müzesi olarak geçen yapı ise 11.yy’dan kalma.
16. yüzyıl Osmanlı döneminde minare eklenerek camiye çevrilmiş ve tüm mozaiklerin üzeri sıvayla kaplanmış.
Müze’ye dönüştürülürken de o mozaikler iyi bir restorasyonla sıvalarından kurtulmuş. (1948)
Girişler 30 lira. 0-17 yaş ücretsiz. Müze Kartınız yoksa gişeden 50 Lira karşılığı alabilirsiniz.
İçeride bulunan birbirinden ihtişamlı mozaikleri kim yaptı çok merak ettim. Hemen hikayesine baktım tabii.
Kahramanımız Teodoros Metohitis.
Peki kim bu Teodoros?
Öyle çok sıfatı var ki…
Dönemin aydını, devlet adamı, diplomatı, şairi, filozofu, tarihçisi, astrologu, ressamı, sanatların koruyucusu…
Onlarca sıfata ait bu Thedoros Bizans İmparatoru ile birlikte çalışırken bir konu üzerinde imparatorla ters düşmüş. İmparator Thedoros’u tam öldürtecekken bu küstahlığının cezasını sürgün olarak vermiş.
Sürgünün çekilmez yıllarından birinde Theodoros, İmparator’a bir mektup yazmış: “Affınıza sığınıyorum. Beni bağışlayın! Naparsanız yapın ama beni İstanbul’dan ayrı komayın!”
Bunun üzerine İmparator, Thedoros’u ancak bir şartla affedeceğini söylemiş. Khora Manastırı’nda bir keşiş olarak yaşamının sürdürürse affedecekmiş!
Bunu büyük bir sevinçle kabul eden Thedoros, Khora Manastırı’na gelmiş. *can sıkıntısından olsa gerek iki yıl boyunca İsa ve Meryem Ana’yı hikayelendirerek mozaikler yapmış. Mozaikleri bitirdikten sonra yorgun vücudu hasta düşmüş, 15 gün sonra da ölmüş. *Dönemin diğer önemli insanlarıyla birlikte manastırın mezarlık avlusuna gömülmüş.
Kariye’nin restorasyonunu ve mozaiklerin zarar görmeden sıvalarından kurtarma işlemini zamanında Amerika Bizans Enstitüsü yapmış.
Kariye Müzesi 2017’de yine bir restorasyona girmiş. Bu restorasyon halen devam ediyor. Müzenin sadece iki bölümü ziyarete açık.
Balat turunda ziyaret edilmesi gereken bir diğer önemli nokta ise Tekfur Sarayı
Tekfur Sarayı
12.yüzyılda yapıldığı sanılan, Bizans İmparatorluğu’nun İstanbul’daki en şaşalı saraylarından biri Blaherna Sarayı imiş. *Günümüz İstanbul’da kalıntıları görülebilen tek Bizans sarayı
Sarayın ana bölümü Latin işgalinde yerle bir edilmiş. Günümüze kadar gelen kalıntılarına ise Tekfur Sarayı deniyor.
Tekfur Sarayı 3 katlı bir bina, ve sadece dört duvarı ayakta.
Tekfur Sarayı aslında İstanbul’un fethi sırasında ayaktaymış. Sonra yok edilmiş. Artık yangınlar mı depremler mi buna sebep oldu bilinmiyor, bu kalıntıların arasında mimarisi ve tarihi ile dünyada eşi benzeri olmayan Anemas Zindanları da var.
Tekfur Sarayı, Osmanlı zamanında çeşitli amaçlarda kullanılmış; bir ara çini fabrikası olmuş; çinileri çok ünlenmiş.
Sonra cam atölyesi olmuş, ahır olmuş, zürefaların sergilendiği hayvanat bahçesi olmuş; hatta bir ara genelev olarak bile kullanılmış. En sonunda da başıboş bırakılmış.
Ama şu aralar turizme kazandırmak adına restorasyona alınmış. Ama ne restorasyon görmeniz lazım!!! Tarihi kalıntılara pimapen pencereler yapılmış. Yan dış dephesine camdan bir asansör konmuş. Harabe olarak kalsaydı hiç olmazsa tarihe saygı olurdu. Korkunç bir restorasyondan geçiyor… Gerçekten üzücü!
Tekfur Sarayı kalıntılarının olduğu yer Osmanlı zamanında şehir çöplüğü olarak da kullanılmış. Bu çöplüğün oldukça önemli bir hikayesi var.
Paha biçilemez Kaşıkçı elması bu çöplükte bulunmuş!!!
Nasıl mı ?
Taşı bulan kişi değerini anlayamamış. Üç kaşık karşılığında eskiciye satmış. *bu yüzden kaşıkçı elması deniyor.
Taşı satın alan kişi bir sarrafa, o sarraf başka sarrafa satmış, derken taşın bir elmas olduğu anlaşılmış. Alım satım sırasında yaşanan bir anlaşmazlıktan taş Kuyumcubaşı’na gelmiş. Kuyumcubaşı sorunu taşı satın alarak çözmüş. Derken elmas IV. Mehmed’in eline geçmiş. Traşlandıktan sonra dünyanın en büyük 86 kıratlık Kaşıkçı Elması ortaya çıkmış.
Balat’a giderseniz Fener Köftecisi’nde güzel bir öğle yemeği… Yemek sonrasında ise Velvet Cafe Balat’tın birbirinden nadide koleksiyon fincanlarında çay/kahve içmeyi unutmayın lütfen.
Balat’ta Mutlaka Görülmesi Gereken Yerler yazım bir sonraki blogda Kiliseler ile devam ediyor.
Balat’ta Görmeniz Gereken Kiliseler yazım için buraya tık lütfen.
Zu Floria x
Instagram @banabiyersoyle
Balat’a gidesim geldi! Harika bir yazi olmus.
Mucizeler kilisesine en yakin zamanda gidecegim cok merak ettim ayazmayi
Mutlaka gitmelisin. Büyülendim ben. Sevgiler x
Muhteşem şehir İstanbul sizin anlatımınızla çok daha merak uyandırıcı…teşekkürler zuhal hanım
İstanbul öyle bir şehir ki ne yazanı biter, ne gezeni, ne de hikayesi…
Bir şehir ki harman olmuş kültürler, 15. Yüzyılda fetih döneminde hane sayısına dayalı ilk nüfus sayımında 80 bin kişinin yaşadığı İstanbul’da %42 oranında Ortodoks, Hristiyan, Ermeni, Yahudi, Çingene ve daha kimler kimler yaşarmış. Ta ki Cumhuriyetin ilanına dek bu oran bir şekilde aynı kalmış. Balat, Galata ve diğer semtler bir sosyal mozaikmiş.
Müzik, bir tarih ve kültür zaptı; dilden dile dolaşan; Janet ve Jak ESİM’ den bir şarkı dinliyorum, Asentada En La Ventana, içinde bildiğim bir kelime çokça geçiyor; kerido.
Okulların öğrencilerle dolu olmasını isterdim, belki gelecekte sayıları artar.
Balat’lılar ile tanışıp konuşmak özelliklerini bir de onlarda dinlemek güzel olurdu.
Agora Meyhanesini bilmem ama bir kadeh Karalahna ile hiç gitmediğim Bozcaada’yı hissettim şu an.
Kariye Kilisesi, sizden okudukça, gördükçe kendine çeken bir şaheser; bugünlerde elimde iki kitap var; biri İstanbul’un Sırları -Faruk PEKİN; diğeri Bizans Sultanı – Selçuk ALTUN. Daha bitiremeden bir çok yerinde sizin gezdiğiniz, yazdığınız detaylar karşıma çıkıyor. Dönüp dönüp okuyorum, bu gidişte bu kitaplar bitmeyecekler:
Bizans Sultanı’ ndan bir paragraf “…Khora Kilisesi restorasyonu ile ilgili mor mürekkeple düşülmüş İngilizce notta, O Freskolar yüzünden Khora, Ayasofya’dan da da önemli!” Kitapta bahsettiğiniz restorasyon ve araştırmalarda yer alan bir diğer kuruluş olarak Dumbarton Oaks çokça anılmış.
İstanbul’ un Sırları kitabında ise adım adım İstanbul var; ondan da diğer yazınız için yorumumda bahsederim.
Arkası yarın vardı, radyoda dinlerdik, yazılarınız da öyle benim için, merakla beklenen, akıp giden, yerinden yerinde bilgiler ve harika hikayeler…
İyi ki gezmişsiniz, çok teşekkür ederim.
İstanbul yaz yaz bitmeyecek bir hazine gerçekten de. En büyük arzumda kent yazarlığı yapmak… İstanbul’u mahalle mahalle anlatmak. İçinden çıkan hikayeleri derlemek toplamak. Belki bir gün o da olur – gerçek olur bu hayalim :)) Okuduğunuz İstanbul’un Sırları kitabından sizden duyar duymaz sipariş vermiştim. ** sanırım yarın elimde olacak. Bir de o yazarın gözünden kaleminden okuyayım İstanbul semtlerini. Yorumunuz için ve son satırlarda söyledikleriniz için çok teşekkür ederim Alp bey. Çok mutlu oldum yazılarımın size bu şekilde yansımasına. Sağolun varolun!
Eminim, kent yazarlığı isteğiniz de gerçekleşecektir; durum ve olayları hikayeleştirip bir de okuduklarınızla harmanlamanız sizin yazarlık ışığınız. Fazla bekletmeyin, birer ikişer eskizlere başlayın derim, blog yazılarınızla bana göre çoktan tadını aldınız yazarlığın.
Biz de payımıza hayranlıkla sizi takip ediyoruz.
Başarılarınızın artarak süreceğine inanarak, ben çok teşekkür ederim.
Bu desteğiniz çok değerli benim için. Bloğum 29 Ekim de 1 yaşına girecek. Yavaş yavaş oluşuyor hikayeler. Geçmiş var bir de. Blog öncesi. Onlar da sandıktan çıkacak bir gün :)) Teşekkürler bu güzel yorumunuz için Alp bey 🙂