Yalova gezi notlarımdan neredeyse bahsetmeyi unutuyordum size.
Annemle birlikte Şubat sonu Yalova’ya nostalji yapmaya gittik. Ne çok zaman geçmiş meğer Yalova’yı gezmeyeli.
Yalova’ nın aile hatıralarımızda yeri büyüktür.
Rahmetli babam bayılırdı Yalova’ya. Onun zamanlarında Kartal’dan binilen arabalı vapurlarla geçilirdi.
Günümüzde ise ULAŞIM:
İstanbul’dan Yalova’ya birkaç tür ulaşım var.
Biri Eskihisar’dan Topçular’a arabalı vapurlar… Bir diğeri, Pendik’ten ve Yenikapı’dan kalkan IDO feribotları.
**Pendik’ten ve Yenikapı’dan kalkan İdo seferleri direk Yalova iskelesine gidiyor.
Ayrıca aracınızla Osmangazi köprüsü kullanarak Yalova’ya ulaşabilirsiniz.
Ben Eskihisar-Topçular üzerinden gidiş dönüş için 100 lira ödedim.
***
Sanırım o günlere duyduğum özlemle “Hadi anne Yalova’ya gidiyoruz” dedim.
Ve bir iki saat içinde Yalova’da bulduk kendimizi.
Yalova büyükşehir gibi olmuş adeta. Her yer blok blok apartman. Zar zor bir park yeri bulup ilk önce acıkan karnımızı doyurduk.
Kent Lokantası
Yalova’nın bilinen bir esnaf lokantası.
Lezzetli bir öğle yemeği yedik Kent Lokantası’nda.
Yemekten sonra Yalova’nın hapishane konseptli kahvecisini görmeye gittik.
*Kent Lokantası’nın hemen yan sokağında Haft.
HAFT Coffee Roastery
Almanca bir sözcük Haft. Tutuklu anlamına geliyor.
Dört katlı Haft’ın birinci katında ufak bir hücre var. Yalova gençlerinin büyük ilgisini çekiyor bu hücre. Benim de Haft’a gelişiminin nedeni aslında!
Hücrenin içinde bir yatak, tuvalet, turuncu mahkum tulumları ile zincirler var. Tulumları her gelen üzerine geçirip eğlenceli fotoğraflar çekiliyor. Sonra Instagram’da paylaşıyor. *aynısını bende yaptım :))
Türk kahvesi aldım Haft’da. Fincan tasarımı enteresandı. Haft’ın sahibi tarafından yapılmış… *konsept içinde değerlendirdiğimde çok da hoşuma gitti açıkçası.
Kahvelerimizi içtikten sonra Yalova’nın çarşısında ufak bir gezintiye çıktık.
Yalova sahilinde gördüğüm, (dere ile denizi birbirine bağlayan kanala kurulu) ufak heykellere bayıldım.
Kitap okuyan bu küçük kız heykelini dilerseniz konuşturalım; masal okumasın ama, bir anı kitabı okuyor olsun olur mu…
Ve küçük kız kitabın sayfasını çevirir…
Harp sırasında eşim New Mexiko’daki Mojave çölüne gönderilmişti. O, çölde tatbikata katılırken yanında olabilmek için ben de çölün yolunu tuttum. Kendimi cehennemin kucağına atmıştım. Ortalık yanıyordu. Küçük bir kulübede oturuyordum ve yanında olmak için tehlikeye atılarak geldiğim kocamı unutmuş, can derdine düşmüştüm. Etrafımdaki Meksikalılar ve yerliler, tek kelime İngilizce bilmediğinden, kimseyle konuşamıyordum. Sıcak rüzgâr, bir taraftan bedenimi kavuruyor, diğer taraftan yediğim yemeği de,
ağzımı burnumu da kumla dolduruyordu. Canıma yetmişti. Kâğıda kaleme sarılıp babama bir mektup yazdım.
“Gelin, beni buradan alın” dedim.
“Burada yaşamaktansa hapishanede yaşamayı tercih ederim.”
Babamı beklerken cevabı geldi. Sadece iki satır yazmıştı:
“İki adam hapishane penceresinden dışarıya baktı. Biri çamuru gördü, diğeri yıldızları.”
Bu iki satırı okuyunca utancımdan kıpkırmızı kesildim. Ben hep çamuru görmüştüm. Hâlbuki yıldızlar da vardı.
Derhal yerlilerle dost oldum. Kilimlerine, çanak ve çömleklerine olan hayranlığımı belirttim. Turistlere para ile vermeye yanaşmadıkları kıymetli eşyalarından bana hediyeler verdiler. Kaktüsleri, yukka ve erguvan ağaçlarını inceledim. Kır köpeklerini tanıdım. Çöl gurubunu seyrettim.
Çöl, yüzlerce yıl önce deniz dibi olduğundan kumun içinde deniz hayvanlarının kabuklarını aradım.
Ne değişmişti de, dün nefret ettiğim çöle bugün bağlanmıştım?
Çöl mü değişmişti?
Hayır.
O yine kavuruyordu.
Yerliler mi değişmişti?
Hayır. Onlar, yine İngilizce bilmiyorlardı…
Sadece ben değişmiştim.
Pencereden kafamı uzatmış ve yıldızları görmüştüm.
***
Hikayemiz burada biter… vermek istediğim mesaj da yerine gider (di mi?)
Hadi şimdi Yürüyen Köşk’e gidelim…
Annemin söylediğine göre, çocukluğumda bir kere gelmişim Yürüyen Köşk’e… ama hatırlayamadım.
YÜRÜYEN KÖŞK
Harikulade bir yer Yürüyen Köşk.
Çok etkilendim, büyülendim. Bloğumda yazmıştım geçen ay. Okumak isterseniz buraya tık lütfen
Bugünlerde okuduğum bir kitapta da rastladım Yürüyen Köşk’e.
“Yürüyen Köşk’ün hikayesi dönemin sayfiye yeri inşaasının ve sayfiye kültürünün bir örneğini sunar bize.
Bu inşa süreci ve tatil kültürü bugünkünden çok farklıdır. Yeşilin yerine betonu koymak yerine, tersine ağaçlar korunur, flora geliştirilir ve ağaçlandırma yapılır.
Zira o dönemde bir ağaç gölgesine atılan bir sandalye, bir masa veya bir kilim, Cumhuriyet elitinin sayfiye hayatının önemli bir parçasını oluşturmaktadır.
Herkes ve her zaman baloda, gazinoda veya Halkevi’nde değildir.
Başta Atatürk’ün en büyük eğlencesi köşkün bahçesinde oturmak ve dostlarıyla çay, kahve ve sigara içmek, tavla oynamak ve sohbet etmektir.
Zamanımıza göre oldukça safiyane ve sade olan bu sayfiye kültürüne Atatürk bu köşkle öncülük yapmıştır.” Sayfiye kitabı, sayfa 115, Murat Metinsoy
***
Yürüyen Köşk’ten ayrılırken hafiften akşam da olmuştu.
Planımda Termal’de gecelemek vardı.
Termal’e doğru yola koyulduk heyecanla.
Konakladığımız Otel:
Termal’in ana girişinden önceki yol ayrımında kalan Thermalium Otel’inde konakladık. Can Ataklı’da annesiyle bu otelde kalmıştı. Onun tavsiyesine uymuş oldum.
Fiyat:
Yarım pansiyon, SPA Merkezi Kaplıca kullanımı dahil iki kişilik odaya 350 lira ücret ödedim.
Otel boştu gittiğimizde. 60 kişi kalıyormuş meğer. Yemek salonunda birkaç masa doluydu… Çok da hoşuma gitti açıkçası. Gürültüden, koşturmadan ve kalabalıktan uzak olmak bazen bünyeye çok iyi geliyor.
Sabah uyanır uyanmaz odamızın ormana bakan balkonunda nefes egzersizleri yaptım. Hava ve nefis manzara kesinlikle Karadeniz’i anımsattı bana.
Güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra SPA Kaplıca katına indik annemle. Masaj personeli dışında kimsecikler yoktu etrafta. Önce havuz, sonra Türk hamamı derken çok güzel vakit geçirdik. Öğlen olduğunda check-out yapıp Termal’e gitmek için otelden ayrıldık.
TERMAL
Termali anlatmadan önce bu bölge nasıl oluştu, onu bilmek lazım aslında…
Bakın “Sayfiye” kitabında Murat Tekinsoy ne diyor…
“Yalova, Osmanlı’nın son dönemine kadar termal suları sayesinde ilgi gören, fakat savaşlar sırasında sonradan harabeye dönen küçük bir nahiyeden, erken Cumhuriyet döneminde Türkiye’nin bir tür resmi sayfiyesi statüsüne yükseldi.”
- Atatürk ilk olarak sıtma yatağına dönen bataklıkların islah çalışmasını başlattı (1929)
- Yalova’nın bütçeden daha fazla yararlanmasını sağlamak için nahiliyelikten kaza, yani ilçe statüsüne yükselmesini sağladı.
- Ardından İstanbul’daki bürokratların kolaylıkla ve resmi izine gerek olmadan kısa tatillere gidebilmesi için kazayı İstanbul’a bağladı.
- Eski harabeye dönmüş binalar hızla yıkılıp aynı mimaride yenileri inşa edildi. Yeni yollar yapıldı. İstanbul’dan vapur seferleri konuldu.
- Posta ve Telgraf sistemi temin edildi. Güvenlik (polis) birimleri kuruldu. Köylere kadar elektrik getirildi.
- 6 okula sahip Yalova’ya Cumhuriyet ilkelerine sahip 26 okul daha yapıldı.
- Bir gazino, bir plaj yapıldı.
- Yöredeki tarım ve hayvancılığı geliştirmek için Millet Çiftliği ile Baltacı Çiftlikleri kuruldu. Bu çiftlikler yeni tarımsal üretim tekniklerini yöreye tanıttılar.
- Baltacı Çiftliği’nin 12 kilometresi, ayrıca termal alanlarla Yalova ilçe merkezi ağaçlandırıldı. Bölgenin bitki örtüsü ve doğal yapısı geliştirildi.
- Tüm ana caddeler ağaçlandırıldı. Türkiye’nin ilk ağaç müzesi kuruldu. Böylelikle Yalova sıtma saçan bataklıklardan ve harabelerden kurtulup yeşil bir kent halini aldı.
- Yalova Termal Otel’in planlanmasını etüd etmek üzere Prost davet edildi. Otel inşaası için yapılan proje yarışmasını dönemin gelecek vaad edilen mimarlarından Sedat Hakkı Eldem kazandı (1935). 22 Ocak 1938 yılında otel kullanıma açıldı. Atatürk bu otelin ilk müşterisi oldu.
- Özetle Yalova, plajıyla, orkestralı gazinosuyla, termal oteliyle, özel planlanmış bitki örtüsü ve ağaçlı cadde, yol ve köşkleri ile Batılı ve modern tarzdaki boş vakit geçirme tarzının, tatil ve eğlenme biçiminin ilk örneklerinin sergilendiği, Atatürk’ün bu konuda rol modelliği yaptığı, Cumhuriyet’in bir tür sayfiye başkenti oldu.
***
Termal’e Nasıl Gidilir:
Termal’e gelmek için Yalova’dan her 6dk’da bir minübüsler kalkıyor. Bir kişi 3.5 lira, Öğrenci ise 2 lira. Son minübüs gece 11’de Yalova’dan kalkıyor. Termal’den de gece 12’de dönüşü oluyor.
Araçla Termal’e giriş ise 7lira.
Kapıdan içeriye girdiğinizde bambaşka bir dünya başlıyor…
Tropik, egzotik… yeşilin şahikası bir dünya burası.
Termal; Atatürk’ün “Su Şehri” kurma düşüyle yarattığı bir yer aslında.
Altın madalyalı, şifalı sulara sahip.
Kar altında bile doğadan fışkıran sıcak suları var.
Atatürk’ün emeği ile kurulan Termal’e, Türkiye’nin her yerinden şifa bulmaya geliyorlar…
- Şifalı Göz Suyu
- Şifalı Ayak Suyu
- Mide Suyu
- Nefes Açma Yerleri
…bunlardan biri.
Kükürtlü suyun buharını çekip rahatlayan astım hastaları ile dolup taşıyor adeta.
Atatürk Köşkü
Atatürk Köşkü’nü görmek için Şifalı Mide Suyu’ndan sonra yukarı doğru çıktık. Doğa öyle huzur vericiki…
Köşk ziyarete kapalıydı. Tam arkamızı dönüp suratımız asık ilerlerken bir bey seslendi. **Ne harika insanlarımız var bizim… bazen denk geliyor!
Görevli Sinan bey, yüzümüzdeki hayal kırıklığını görüp Köşk’ü açtırdı bize!
Köşk’ün sorumlusu Rehber Ahmet Aktaş’da geldi az sonra…
İki katlı köşk’ün tüm odalarını kıymetli bilgilerle gezdirdi bize.
Görevli Sinan bey, bir melek gibiydi adeta… onun sayesinde çocukluğumdan beri gelmediğim Termal’de, Atatürk Köşk’ünü ziyaret edebilme şansına sahip olmuştum.
Köşk şa-ha-ne…
İçindeki her oda, her salon birbirinden şık ve güzel eşyalarla dolu.
Atatürk 27 kere gelmiş bu köşke. Toplam 311 gün kalmış.
Türkiye için önemli kararların bazıları burada alınmış. Kur’an-ı Kerim’in Türkçe’ye çevrilmesi konusu burada tartışılmaya açılmış; ilk köklü çalışmalar bu Köşk’te başlatılmış.
Yerli Malları haftası kutlaması yine bu Köşk’te alınmış kararlardan biri olmuş.
Atatürk, pek çok devlet başkanı, bakan, askeri lider, büyükelçi, yazar ve gazetecileri bu Köşk’te ağırlamış ve böylece Yalova, o dönem Türkiye’sinin resmi sayfiyesi olmuş .
***
Ben gitmedim ama, Sudüşen Şelalesi’de görülecek yerler arasında Termal bölgesinde.
***
Termal’den ayrılıp Yalova şehir merkezine karışırken tüm yeşillik de arkamızda kalmıştı.
Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki yaşam tarzının günümüze kadar korunamamış olması ne büyük bir ihanet dedim anneme.
Annemde yüzüme bakıp; “büyük bir sadakatsizlik” dedi.
Termal’i bir müze gibi hissettim.
Bir dönem yaşanmış medeniyetten kalan izlerin sergilendiği bir müze!
Keşke o şahika medeniyet sürdürülebilir olsaymış.
Ahh!..
Zuhal Floria x
Instagram @banabiyersoyle
Yalova gerçekten benim de çocukluğumun haftasonu sayfiye kasabası. Deniz, kum ve coşkulu çocukluk anılarım. Denizini bırakalı 30 yıl olmuş olsa da ayrı kalamadan yanında yakınında olduğum bir ara yaşamayı düşündüğüm yenileşen şehir. Termalde çocuk, genç, sevgili, nişanlı, eş ve baba olarak anılarım var. Her zaman sevdiğim bir yerdir, huzur verir, iyi ki yine gelmişim dedirtir.
Atatürk Köşk’ne geçtiğimiz 1 Mayıs’ta tekrar gittim; 33 yıl önce gezmiştim; arayı bu kadar açmadan gittiğimiz yerlere tekrar uğramalıyız. Çok kibar bir Bey rehberimiz, o günlere götürmüştü beni. Benzer şeyleri not almışız; Kur’an-ı Kerim’in Türkçeye tercümesi, Yerli Malı kullanımı ve Hastalığının teşhis edilmesi gibi.
Neden Kabul Salonlarında düşük sesle müzik yayınlanmaz, Atatürk’ün sevdiği, orası yaşadığı yer değil miydi? Beni o günlere götürse güzel olmaz mı? Ve bir başka fikir; Atatürk’ ün parfümü kokmaz mı bir iki oda, banyo? Dokunmak yasak anlayabilirim, diğer duyularımıza engel olmayalım. Bakın Atatürk’ün kokusu için bir yorum: https://www.kokuyorum.net/threads/mustafa-kemal-atatÜrkün-parfümü.3079/ Parfümünü bulup bu hazzı yaşamalı, yaşatmalı.
19 Mayıs’a bir kaç gün kala ne iyi etmişsiniz de Atatürk’ ün anıp, Yalova ve Termali için yaptığı dokunuşlarıyla anlatmışsınız. Teşekkür ederim.
Oooo çok enteresan parfüm olayı. Hiç aklıma gelmemişti ‘hangi parfümü kullanmış olabileceği’.
Rahmetli dedemden duyardım fulya ve yasemin çiçeği bulunurmuş genelde evlerde eskiden… balkonda, bahçede, pencere kenarlarında. Ki dedemin evinden de hatırlıyorum. Yanaklara ve boyna da kolonya sürerlermiş. Çok teşekkür ederim bu güzel yorumunuz için.